....ÖZTÜRKLER....
  Sedat Peker
 











Mensubu olmaktan onur duyduğum Saygıdeğer ÖZTÜRKLER Ailesi;
Bayramlaşmak amacıyla göndermiş olduğum kısa mektubumda belirttiğim üzere, muhabbetinize tekrardan dâhil olmak için bu satırlarımı kaleme alıyorum. Ve muhabbetinizi paylaşıyor olmaktan da büyük bir keyif aldığımı bilmenizi istiyorum. Bu vesileyle de beni muhabbetinize ortak ettiğiniz için her birinize ayrı ayrı teşekkür ediyorum.

 



Bayramlaşma amacıyla gönderdiğim mektubumda detaylıca belirttiğim gibi; size mektup yazmadığım bu uzunca zaman diliminde, hayatımda daha önce ciddi anlamda iki kez daha yapmış olduğum, genel bir öz eleştirisi yaptım. Doğrularımla mutlu olup, hatalarımdan üzüntü duyma hissine, yapmış olduğum bu içsel yolculukta (Uzun süreli) tekrar sahip oldum.
Sizinle paylaşabilecek durumda olduklarımdan mutlaka bahsedeceğim. Ancak her zaman olduğu üzere, sizlerin halen daha sınırsız sayıda  gelen mektuplarınızdaki şahsımla ilgili merak ettiğiniz şeylere cevap vererek, ayrıca da son zamanlarda şahsımın isminin devamlı suretle geçirildiği olaylara da değinmek gayretinde olacağım.





Tabii ki bütün soruları veyahut ismimin içinde geçtiği tüm olayları bu mektubumda tamamlayamazsam önümüzdeki günlerde tekrar yazacağım mektuplarla tamamlamak gayretinde mutlaka olacağım.
Muhabbetimize öncelikle rahmetli Abdülhamit Turgut Hoca'yla ilgili biraz hasbıhal ederek başlamak istiyorum. Eğer okuma imkanınız olduysa, daha önceki mektubumda rahmetli Abdülhamit Turgut Hoca'dan çok bahsetmiştim.Tabii ki bundan da çok büyük keyif almıştım.
Geçtiğimiz günlerde televizyon seyrederken kumanda elimde kanalları sırasıyla geçiyordum.Hilal Tv' ye denk geldiğimde kulağıma tanıdık bir isim geldi.Bende kanalı değiştirmeyerek durdum.Eğer ki; ismini yanlış hatırlamıyorsam ''İZ BIRAKANLAR'' diye bir programda Rahmetli Abdülhamit Turgut Hoca'nın hayatını konu alan bir program yapılıyordu.Tabii ki hemen sandalyemi televizyona yaklaştırıp, size tarif edemeyeceğim bir mutlulukla izlemeye başladım.
Rahmetlinin hayatıyla ilgili bilgileri izleyicilerle paylaştıktan sonra kendisinin çok yakınlarından bir tanıdığı olan beyefendiyi de programa davet etmişler.Bu beyefendi,  ''bir internet sitesinde bir yazı gördüm'' diyerek sözlerine başladı.''20 sene önce Bayrampaşa cezaevinde yaşanan şeylerle ilgili kamuoyunda bildiğimiz Sedat PEKER tarafından yazılmış'' diyerek benim sitemize yazdığım mektubun Hamit Hocay'la ilgili bölümlerini okumaya başladı.Ancak bu okuma bir iki satırla kısıtlı değildi.Neredeyse Hamit Hocay'la ilgili yazmış olduğum her şeyi okudu.(Hamit Hocay'la tanıştığımız 1989 senesinden sonra bir daha yüz yüze hiç görüşmedik.Ancak bir kaç defa mektuplaşmıştık.) Bayrampaşa cezaevinden o tarihte beni sürgüne yolladılar.Sürgüne gitmemin sebebiyse; cezaevinde bir olay yapmamdı.Cezaevi dışından gelen bir mektup sayesinde yemek ortaklarımızdan birinin eşini,  para karşılığı sattığını öğrendik.Tabii ki yapılacak şey belliydi.(Hiç kimse bunu benim yapmamı istemiyordu.)Çünkü bir gün sonra tahliye olacaktım.Bu şahıs aynı günün sabahı mazgalda kafasından kırmızıya boyanmış olarak bulundu.Maalesef ölmemiş, halen daha hayattaymış.Komaya girmeden ilk kelimeside ''Sedat PEKER yaptı'' olmuş.





Bu olay, Türkiye Cumhuriyeti tarihinde bir ilktir.Tahliye olacağı gün bir kişinin infazı yanmıştır.Devlet baba beni adamın kafasını üç dört ayrı yerinden kırmızıya boyadım diye Bolu Cezaevi'ne sürgün yolladı.Tabii ki infazımızı da yaktılar.Ayrıcada hakkımda bir dava açtılar yaralama suçundan.
Tabii ki herkes üzgün, cezaevi komutanı, cezaevi personeli, mahkumlar ancak yapacak bir şey yok.Adam komaya girmeden önce ismimi söylemiş, bütün koğuş dilekçe imzaladı;''Sedat PEKER o anda uyuyordu ben vurdum.'' diye.70-80 kişilik koğuşta altına imza atmayan hiçbir mahkum kalmadı.Ancak biraz öncede söylediğim gibi yapacak pek bir şey yoktu.





Arkadaşlarımın hepsi içten içe bana kızıyorlardı.''Bizim cezamız ağır, sen niye böyle bir şeyi yapacağım diye ısrar ettin.''diyorlardı. Bugün bile kelime kelime hatırlarım.Cevabım aynen şu olmuştu:''Aradan 10 senede geçse 20 senede geçse hiç kimse şunu diyememeli.Adamın şu tarih de cezaevinde yemek ortaklığı yaptığı kişi pezevenkmiş derlerse biz bunu duyduk mu nasıl rahat ederiz?'' dedim.''Yakışan da bu arkadaşı benim kırmızıya boyamamdır.'' diyerek ısrar etmiştim.





Bu olayı anlatmamın sebebi; Abdülhamit Turgut Hoca'yla yaşanmış bir anıya bağlamaktı. Hamit Hocalar aynı gün mahkemeye gittiler.Beni de ani bir sevkle Bolu'ya sürgüne yolluyorlardı.İnfazım yandığı için bırakın tahliye olmayı, birde dava bile açılmıştı.O dava da başlı başına ayrı bir konu.Vakit kalırsa o davadan da bahsederim.Kapı altında Hamit Hoca ve arkadaşları mahkemeden dönüyorlarken, bende sevke gitmek üzere cezaevi aracına biniyordum.Hiç unutmam.Daha doğrusu hiç unutamam.Hamit Hoca ve arkadaşları tekbir getirmeye başlamışlardı.''Sana mektup yollayacağım mutlaka.'' diye de söylemişti.Biraz öncede söylediğim gibi bir daha hiç yüz yüze görüşemedik.





Bolu cezaevine gidince, ilk bir kaç gün moralim bayağı kötü durumdaydı. Galiba bunu belli de ediyordum. Çünkü sevke gider gitmez ziyaretime gelen bir arkadaşım ve akrabam bunu hissetmişlerdi. O moral bozukluğunun içerisinde bana bir mektup geldi. Rahmetli Abdülhamit Turgut Hoca'nın mektubuydu.Mektupla beraber   birde kart yollamıştı.YÜCE ALLAH biliyor ya; mektubu büyük bir keyifle okudum.Ancak o yollamış olduğu kart belki de benim hayatımı değiştirdi.O kartı baş ucuma astım.Her moralim bozulduğunda  gider o karta bakardım.İnanmayacaksınız ama, o kart sayesinde bütün inancım, direncim hepsi geri geldi.





Sizlerin hayatlarında da mutlaka böyle dönüm noktaları olmuştur. (Kartın üzerinde şu yazı yazmaktaydı)





ÖLÜM BİZE NE YAKIN
NE UZAK BİZE ÖLÜM
ÖLÜMSÜZLÜĞÜ TATTIK
NE YAPSIN BİZE ÖLÜM





Her zaman kendi kendime ''Rahmetli Abdülhamit Turgut Hoca  insanlar tarafından bilinmeyen bir değer.Bütün herkesin aslında bu insanı tanıması gerekir diye düşündüm.''( Bu yüzden  Hilal TV'de yayınlanan o programı yapan arkadaşlara, emeği geçenlere, özelliklede Hamit Hoca hakkındaki düşüncelerimi eksiksiz dile getiren, ismini şuan hatırlayamadığım programın konuğuna tüm kalbimle teşekkür ederim.)





Tüm onurlu, şerefli ve iyi insanların unutulmamasını, herkes tarafından tanınmasını YÜCE ALLAH'tan tüm kalbimle dileyerek, sohbetimizde başka bir yere geçmek istiyorum.
Bu konuda son söz olarak ta bir düşünürün söylediği; ''BAŞKALARININ SİZİ DAİMA HATIRLAMASI KİMSE TARAFINDAN KOVULAMAYACAĞINIZ BİR CENNETTE YAŞAMAK GİBİDİR'' sözünü de layık olan tüm dostlar için söylüyorum.





Mektubumun ilk sayfalarında infazımın yandığını, Bolu'ya sürgüne gittiğimi ve fazladan senelerce hapis yattığıma bütün herkes üzülmüştü dedim.Bunu özellikle düzeltmek isterim.Bir kişi hariç o zamanın ser başgardiyanı ''Çocukçu Cuma'' olarak hatırlanan görevli hariç. Bu mektubun ilerleyen sayfalarında yer bulabilirsem bu konuya da tekrar değinmek isterim.Öldü gitti, ama o cezaevinde ''Çocukçu Cuma'' isminde birininde okuma yazması olmadığı halde nasıl ser başgardiyanlık yaptığını sizlere anlatmak isterim.





Şimdi o cezaevini boşalttılar.Bayrampaşa tasfiye oldu, ama orada yaşananlar var.Peki o yaşananlar ne olacak?Dediğim gibi bir gün nasip olursa ''Çocukçu Cuma''nın neden üzülmediğini anlatırım...





Değerli dost; cennet mekanlı; Abdülhamit Turgut Hoca'yı bu şekilde andıktan sonra, sohbetimizin diğer bölümleriyle yavaş yavaş devam edelim.
Gelen bir çok mektupta boynumdan hiç çıkartmadığım kolyenin ne olduğunu soruyorsunuz.Öncelikle şunu söyleyeyim;hayatımda kolye takmak gibi bir adetim çocukluğumdan beri olmadı.Eğer ki; böyle bir adete sahip olsaydım da onu devamlı surette tişörtümün dahi üstüne çıkartarak ön planda taşımazdım.Kıyafetimin iç cebinde Cevşen-i Kebir, boynumda ise ''Süleyman Peygamber''in mührünün orijinal bir kopyasını taşırım.Bu mührün bana pozitif enerji verdiğine, huzur verdiğine inanmaktayım.Bu yüzden dolayı kıyafetlerimin (eşofman tarzı) üzerinde hep ön plandadır.
Bu kolye konusu o kadar çok arkadaşımızın dikkatini çekmiş ki; inanın buna ben bile hayret ettim.Ama biraz öncede belirttiğim gibi, benim için büyük değeri var. Ayrıca da arkadaş sohbetlerinde de ''Mühür Kimdeyse Süleyman Odur.''sözü geçtiğinde ''Mühür bende kardeşim.'' deyip konunun içine dahil olma şansını da bana vermektedir.





Kolye konusunu tamamladıktan sonra yine bir çok arkadaşımızın sorduğu dövme konusuna değinmek istiyorum.
Bir kaç arkadaşımız benim inançlı bir kişi olduğum konusunda şüpheleri olmadığını, ancak dövme yaptırmanın günah olduğunu bile bile niye yaptırdığımı sormuşlar.
İlmine inandığım ve güvendiğim  kişilere ve de devletin resmi fetva organına sordurttum.Mekruh olduğunu öğrendim.Yani sigara içmek gibi bir şey   direk haram olmadığı içinde dövmeyi yaptırdım.Yaptırdığım içinde gayet mutlu ve keyifliyim.
Yine mektuplarınızda sıkça  değindiğiniz bir başka konu forum bölümünün ''neden kapatıldığıdır?'' sorusudur. Ayrıca da tekrardan ne zaman açılacağı sorusunu sıklıkla dile getirmişsiniz.
Daha önceki mektuplarımda, bu internet sitesinin açılış amacını detaylıca anlatmıştım.Tek cümleyle özetlemek istersem, insanlarımızın buluşup tanışabileceği bir atmosfer meydana getirmek isteğimdir.Ancak takip edebildiğim kadarıyla bırakın birbirimizle tanışmayı, neredeyse birbirlerini hiç tanımayan insanların düşman olmalarına sebep oluyorduk.Bir kaç tane olay üst üste gelince, yapılacak en doğru şeyin, forum bölümünü kapatmak olacağına karar verdim.





Birincisi; bir arkadaşımız aslında arap kökenli olduğunu ancak, kendini Türk olarak hissettiğini yazıyor.Başka bir arkadaşımız ise bu arkadaşımıza cevap veriyor.''Aşağılık ve düşük bir ırka mensupsun.''
Bu olayı ilk öğrendiğimde canım çok yanmıştı.Böyle bir cevabı bir insan hangi piskolijiyle verebilir? diye çok düşündüm.Ancak cevabı bulabildiğimi söylersem yalan söylemiş olurum.İngilizlerden altın alan Emir Hüseyin ve çocuklarını unutmayacağız.''Maddi menfaatler için bizi arkadan vuranları, inandığı değerleri para için satanları, Unutmayacağız!.. Unutturmayacağız!..'' diye benim bir sözüm var. Ancak halklar bizim kardeşimiz.Halklar bizim düşmanımız olamaz.Hele aynı dine inandığımız Araplar hiç olamaz.Ancak; şuan onları yöneten ve yanlış yönlendiren liderlerine, krallarına yine düşmanız.Osmanlı'ya ihanet eden Hüseyin Şerif'i unutmadığımız gibi, şu anda bize düşmanlık eden Arap liderlerinin de unutmayacağız!..Ama halklara değil, halklar bizim kardeşimizdir.
Daha sonra forum bölümünde beni en çok rahatsız eden olaylardan biride, merhum Alparslan Türkeş'in hakkında saygı sınırlarını aşan ve de onun kurduğu bir parti hakkında söylenen yakışıksız sözlerdi.Biz sitemize üye olan herkese, düşüncelerini özgürce söyleyebilme hakkını verdik.Ancak bu böyle olmaz!.. Daha doğrusu olamaz!..Sitemize üye olan veya ziyaret eden dostlarımızın bir çoğunluğu, o rahmetli lidere ve de o partiye gönül vermiş kişilerdir.Üniversitelere  başörtüsüyle girme konusunda hükümeti destekledikleri için, özellikle bizim sitemizin forum bölümünde açık hedef haline getirilmiş ve yakışıksızca eleştirilmişlerdir.





Benim annem başörtülü, birinci derecede devlet memurluğundan emekli olan büyük ablam ise, türbanlı, küçük ablam normal başı açık bir bayan.Türbanla ilgili bir ton sözler yazıldı forum bölümüne. (eleştirisel yönde)
Bende bu konuda düşüncelerimi söylemek isterim. Tüm dünyada başörtüsüyle üniversiteye girilemeyen tek ülkenin, Türkiye olması beni gerçekten çok şaşırtıyor.Dünya'nın tamamında serbest, bizde ise yasak...
Tabii ki, türbana karşı olan sitemizin  ziyaretçilerinin fikirleri mutlaka olacaktır.Ancak bunlar hiç bir zaman kavga etme sebebi , hakaret etme sebebi değil.Daha çok araştırma ve daha çok tartışma sebebi olmalıdır.Galiba biz bunu başaramadık.Konu her ne olursa olsun hakaret etmeyi tercih ettik.





Mesela; benim büyük ablam, devlet memurluğu hayatı boyunca başını açık bıraktı.Ancak emekli olduktan sonra türbanını taktı.Ve her zaman söylendiği gibi, ''Bunların beyinlerinin arkalarında başka bir plan var'' olayını ablamda hiç göremedim.(Galiba ben bir bakar körüm!..)
Tabii ki bu şekilde çok küçük bir marjinal kesim vardır.Ancak o marjinal kesim için onbinlerce insanın tahsilini engellemek bence gerçekten çok acımasız.





İnsanların beyninde  (bir kısmında) şöyle bir soru var.''Bunların beyinlerinin altında başka hesaplar var'' Hükümetin bence görevi bu insanların da  endişesini aşmak olmalı. 
Halkın tamamını ikna etmenin sorumluluğu, Anayasa Mahkemesini ikna etmenin sorumluluğu, hükümetin görevidir.
Hükümet türbanı keşke tek madde olarak Anayasa Mahkemesine yollamasaydı.İkinci madde olarak ta Alevilerin Cemevlerinin ibadethane olarak kabul edileceğini ve imam hatip liselerinin belli bir bölümünde de Alevi imamları yetiştirileceğini, tabii ki bunlara da imamların maaşları ödendiği gibi, maaş ödeneceği belirtilseydi.





Ayrıca bu ülkede sadece Aleviler ve Sünniler  yaşamıyor ki; gayrimüslim vatandaşlarımızda var.Onları mutlu edebilmek adına da Heybeli Ada Ruhban okulunun açılışına izin verseydik.(Öyle ya biz dünyanın her yerinde okullar,camiiler açıyoruz, bize hiç karışan olmuyor)
Hatta ve hatta daha ileriye gidip, Fener Rum Patriğini ekümenlik olarak tanıyarak, diğer gayrimüslim vatandaşlarımızı daha çok mutlu etseydik.





İnanın; bu ekumenlik konusunu çok inceledim.Bize yapacağı tek etki, bol bol turist gelmesi.Onlar için yapacağı etki ise, dini liderlerinin bir kaymakama bağlı olmaktan kurtarılacağıdır.(Manevi yükseklik kazanması.)
Bu konularda çok eleştiriler,  yazılar yazanlar oldu.Bir çoğu beni tanımaz, ama ben saygımdan gıyaplarında yine ''ağabey'' diye hitap ederim.Belki hasbel kader bu yazımı okuma imkanını bulurlarsa ''Bu arkadaş ne dediğinin farkında bile değil'' diyeceklerdir.





Söyleyebileceğim sadece şudur;''Söylediğim her kelimenin farkındayım ve her biri çok uzun incelemeler neticesinde elde edilmiştir''. Eğer ki, hükümet türban konusuyla beraber bu diğer maddeleri de aynı anda çıkarmış olsaydı zannediyorum ki, Anayasa Mahkemesi türban kararını iptal etmezdi.Çünkü bu dört yenilikte birbirini dengelemektedir.İçlerinde laiklik korkusu yaşayan vatandaşlarımızda, böylelikle bu korkudan sıyrılmış olacaklardı.Çünkü tüm inançlara,tüm mezheplere özgürlük gelecekti.





Avrupa birliğine girme konusunda ise sonrası daha kolay olurdu.'' Bak kardeşim; biz hükümet olarak, devlet olarak, birliğin içine bizi almanız için öne sürdüğünüz bu özgürlükçü koşulları, siz hatırlatmadan, biz çıkardık. Sizde direk olarak görüştüğümüz müzakerelerin maddelerinin sayısını biraz yukarıya doğru çekin.Avrupa Birliği'ne gireceğimiz tarihi yaklaştıracak hamleleri yapın'' diyebilme imkanımız olabilirdi.





Ancak, maalesef bugüne kadar, bize her maddeyi zorla kabul ettirdiler.Kimilerini gülerek, kimilerini feryat ederek kabul ettik.
İnançlara özgürlükler adına yapılacak   açılımlar  bu 4 konuyu kapsasaydı zannediyorum başörtülü kardeşlerimizde şuan üniversitelerde eğitimlerini alıyor olacaklardı.





İnanç özgürlükleri sadece bizim türbanlıların hakkı dersek, gayrimüslimlere ve ülkenin ciddi bir nüfusunu oluşturan Alevilere bence haksızlık yapmış oluruz.Bu yüzden tüm halkı kucaklayıp, dini özgürlükler paketi hazırlayıp, Anayasa Mahkemesine göndermeliyiz.Bence o zaman korkular yok olur.(Başörtü konusunda ve diğerlerinde)





Dünyayı 12 milyon Yahudi'nin yönlendirdiğini söylemek herhalde hayal perestlik olmazdı. Bunun 6 milyonu İsrail'de, 6 milyonu da tüm dünya coğrafyasına dağılmış durumdadır.Rakamları bir kaç milyon aşağı yukarı oynayabilir.Ancak tüm dünyadaki Yahudi nüfusu bu kadardır.
Apo'nun ülkeye getirilmesinde en büyük pay onlarındır. Daha sonra ki pay ise CIA'indir.Biz ne yaptık? diye   sorarsanız;sadece bayıltılarak teslim edilmiş bir adamı uçağa koyup Türkiyeye getirdik.Hatırlarsanız o tarihlerde, bütün PKK sempatizanı kürtçüler, İsrail Büyük Elçilikleri'ne saldırıyorlardı.Tabii ki İsrail'i takdir ettim hem de çok taktir ettim. O tarihten önce de takdir ettiğim veya kızdığım olaylar oluyordu. Ancak Apo'nun getirilmesi olayında çok takdir ettim. Apo'nun yargılanması tamamlandıktan sonra Kuzey Irak'ta karışıklıklar ve o karışıklıkların Türkiye'ye sıçramasında aklı olan herkes gibi Mosat'ın izlerini gördüm. İşte o zaman İsrail'den nefret ettim, hem de çok nefret ettim.Her şeyi yapmayı düşünebileceğim bir düşman olarak gördüm.





Son zamanlarda Genel Kurmayımıza verilen ihbarı bilgiler ve o bölgeyi kontrol altında tutabilmemiz için bize uygun şartlarda pilotsuz uçak verdikleri için (casus uçak) haliyle yine taktir ettim.En azından takdirim, düşmanlığımı dengelemeye çalıştı.Zaten; aynı günlere müteakipte PKK'yı yönetenlerin beyanatları  hep İsrail'in üzerine oldu.Ben Yahudileri gerçekten çok zeki insanlar olarak görüyorum.Bir dönem içinde oldukları hatanın tekrarını yapacaklarına inanmıyorum.En azından bizim topraklarımızda gözü olan bazı ayrılıkçılara tekrardan yardım edip onların safında, bize düşmanlık yapacaklarına inanmak istemiyorum.Böyle bir aptalca stratejinin  yaşamış olduğumuz  Orta Doğu Coğrafyasında onların başına neler gelebileceğini tahmin edebilmek hiç de zor olmayacaktır.





Benim Yahudi olan bir çok arkadaşım ve dostum oldu ve halen daha dostluklarım devam ediyor.Yüce Allah'ta biliyor ya hiç birinden de kötülük görmedim.Onları merak etmeme sebep olan şey ,10 milyonluk nüfusla tüm dünyanın kaderini nasıl etkiliyorlar.





Dünyada 15 sene öncesine kadar iki blok vardı.Varşova ve NATO Paktı.Varşova Paktında, Rusya ve bir takım devletler; Nato Paktında, Amerika başta olmak üzere  çevresinde bazı devletler.(Bizde dahil olmak üzere.)
Varşova Paktında ki devletler; Kominizm'e inanıyor ve savunuyorlardı. Herkesin bileceği üzere Kominizmin fikir babası Karl Marx'dır.(Aslen Alman Yahudisidir.)
Nato Paktında ki ülkeler ise, ''Açık pazar ekonomisi'' diye adlandırılan kapitalizmi savunuyorlar. Amerika'yı oluşturan ilk kurucu heyete baktığımızda çok büyük ağırlığı Mason lobileri oluşturmakta.Ve halen daha Amerikan yönetiminin  üzerindeki etkilerini zannediyorum ki;  hepimiz bilmekteyiz.
Yakın bir tarihte Kominizim çöktü ,Varşova Paktı dağıldı.Dünya'da yeni bir denge kurulması için neredeyse sıfırın altında olan Çin desteklenerek dünya devi haline getiriliyor.Gazetelerde devamlı görüyoruz. ''Çin büyüyor,Çin şöyle oluyor,Çin böyle oluyor'' diye.Sonradan öğreniyoruz ki; (merak edip araştıranlar) orda ki dönen tüm paranın yarısından çoğu da Yahudiler'e ait.
Samimiyetime lütfen inanın!.. Bende düşmanlık hissi değil, saygı ve taktir hissi uyandırıyor.12 milyon insan, 7 milyarlık dünyaya  yön veriyor.Ne yapılabilir?At gözlüğü takmayan herkesin yapacağı şey bence; ''Taktir etmektir.''
Sizlerinde çok iyi bildiği üzere tarihte Yahudiler; tüm iç ve dış borcumuzu ödeyip kasamıza da para bırakacak  bir anlaşmayı Abdülhamit Han'a götürüyorlar.Bilindiği üzere; Abdülhamit kabul etmiyor ve tarih de ki o meşhur sözünü söylüyor.''Ecdadımın kanıyla aldığı yeri, ben parayla nasıl verebilirim?..'' Yahudilerin o zaman bizden istedikleri iç işlerinde özgür, dış işlerinde bize bağlı minicik bir topluluk kurmaktı.(Bu konuları zaten daha önce  uzunca yazmıştım.Amacım bir hatırlatma yapıp oradan da başka bir yere geçmek.)
İngilizlerin desteğiyle bağımsızlıklarını kazanan Arapları yöneten kralları, Yahudilere istedikleri arsaları satıyorlar. O günden sonrada bizi de çok üzen o kanlı olaylar yaşanıyor.





AMA TARİH HER ZAMANKİ GİBİ TEKERRÜR ETMİŞ,''RÜZGAR EKENLERİN, FIRTINA BİÇECEKLERİNİ'' KANITLAMIŞTIR.





Hicaz emiri Hüseyin Şerif, İngilizlerle beraber padişahın, tüm dünyadaki Müslümanları savaşa çağırmak için açtığı hilafet sancağına karşı savaşmışlardı.Ancak görünen o ki; bu yaptıklarının vebalini daha çok uzun süreler ödeyecekler.
İsrail'in nüfusunun 2 - 2.5 milyon olduğu dönemde; Mısır,Suriye,Ürdün ve başkaca bir kaç Arap Devleti, İsrail'i haritadan silmek için saldırıyorlardı.İsmini saydığım bu ülkelerin nüfuslarının toplamı o zaman  bile 100 milyonun üzerindeydi. (İnanın şaka yapmıyorum)
Tüm savaşları çok enteresandır, İsrail kazanıyor.Bende çocukken bize öğretildiği gibi, Amerika ve Avrupa'nın yardımıyla İsrail'in kazandığını zannediyordum.Ancak okuma merakım beni, bu konularda da  araştırmaya itti.Hele adını tam hatırlayamadığım; ''5 gün mü, 7 gün mü nedir?'' böyle bir savaşları var.İsrail askerleri Suriye'nin, Ürdün'ün, Mısır'ın içine girmiş, neredeyse başkentlerine kadar yanaşmış, bunun üzerine Avrupa ve Amerika her seferinde devreye girmiş, İsrail'i kendi topraklarına geri döndürmek için. (Bu anlattıklarım şaka değil inanmıyorsanız lütfen araştırın)
İşte bizlerin, televizyonda her gece seyrettiğimiz sorunlu bölgeler, sınırlar o tarihte oluşuyor.İsrail, o tarihte  kendisine Arap ülkelerinin tekrar savaş açma ihtimaline karşı bir güvenlik şeridi oluşturuyor.Daha sonrada tabiri caizse, bu toprakları yerleşime açarak, kendi ülkesinin sınırlarına katmak istiyor.Sonra başlayan infaada dönemi, o toprakları geri almak amacıyla, o gün bu gündür devam ediyor.





Şu soruyu kendi kendime devamlı sordum.''Nasıl oluyor da, o zaman ki nüfusu 2.5 milyon olan ülke, petrol zengini olan yüzlerce milyon Arap'ı yeniyor?''. (Hem de kaç kez)
İsrail'in içinde yaşayanlar bunları yaparken; tüm dünyaya yayılmış  beş altı milyon Yahudi de nasıl oluyor da dünyanın ekonomisini belirliyor?..Bir taraftan Karl Marx'ı içinden çıkarırken, diğer taraftan Einstein&rsquoı çıkartıyor.
Diğer taraftan da dünyaya yön veren sayısız insanı da tarih sahnesine çıkartıyor.





''Acaba tüm bunları başarabilen insanlar inandıkları, dini kitap da da yazdığı gibi, diğer insanlardan üstün insanlar mı?''Bu soru insanın aklını gerçekten  kurcalıyor.





Ancak ben çok Yahudi dostlarla tanıştım.Bir çoğu da önemli simalardı.Hiç birinde çok üstün nitelikler, nicelikler göremedim.Tabii ki; bu durum beni daha çok hırslandırdı.Daha çok okudum inceledim.  Yahudiliği kabul etmiş, Hazar Türkler inden tutunda tarihlerine kadar merak edip inceledim.





''Nasıl oluyor da dünyanın en zeki insanı olarak bilinen Einstein Yahudilik dahil hiç bir dine inanmazken kendini Yahudi olarak tanımlamaktan inanılmaz haz ve mutluluk duyuyor ?''
Yapmış olduğum araştırmalardan, çıkardığım sonuç şu oldu. (Kendimi bu kadar yorup zaman ayırmama hiç gerek yokmuş) Bakan göz, çok rahat görebilirmiş.Kendim, bu toplumun başarıları için çok basit ama çok basit bir cevap buldum.Acaba siz bu cevabım hakkında ne düşüneceksiniz?..





Dünyada Türkler dahil bütün milletler, Ata erkil topluluklardır (Yani erkek egemen.) Bunu  sosyal yaşantımızda da çok rahatlıkla görebiliriz.Mesela; bizde baba Türk olup, anne yabancı olunca,çocuk Türk kabul edilir.Bu Ruslarda da, Çinlilerde de, kısacası her yerde böyledir.
Dünya genelinde bir tek Yahudilerde farklıdır.Eğer ki; anne Yahudi olursa babanın ne olduğu, kim olduğu hiç bir önem taşımaz.Çocuk Yahudi olarak kabul edilir.





Bu anlattığım gerçeklik hem İsrail kanunlarında, hem de sosyal yaşamında böyledir.Bu konuyu size çok fazla örneklerle açıklamak isterim.Ancak buna ne vaktimiz, nede yazacağımız satırlar yeterli gelir.





Ancak bir örnek var ki; onu da mutlaka vermek istiyorum.Yahudilik dininde, İbrahim Peygamberden başlayan Peygamberlik silsilesinde, Hz. Davut'ta kabul edilen peygamberlerden biridir.Ancak Hz. Davut'un oğlu Süleyman Yahudi inanışına göre; Peygamber değil, kral olarak kabul edilir.
Başarılarıyla övündükleri Süleyman'ı Peygamber kabul etmemeleri tabii ki; ilgimi çekti, bir sebep aradım.Fakat hiç bir sebep bulamadım ,ancak daha sonra dikkatimi çeken bir şey oldu.Yahudi Peygamberlerin içinde, Yahudi olmayan kadınlarla, Süleyman Peygamber&rsquoden başka evlenen olmamıştı.Bir tek Süleyman Peygamber farklı milletlerden kadınlarla evlendi.
Umarım vermiş olduğum bu örnek, Yahudi kadınlarının gücünü göstermeye fazlasıyla yetecektir.Yahudi olmayan kadınları da ''haremine aldı'' diye Yahudi kadınlarının etkisiyle, Yahudi inancında Peygamberliğini kaybetmiştir. (Ancak biz peygamber olarak kabul ediyoruz)





Benim gözlemim işte budur.Bir toplumda annenin ve kadının önemidir.Ve sonuçta ortadadır. Çocuğu anne yetiştirir ve o çocuklarda bu dünyada kendilerine bir yer bulurlar.Bir düşünürün şöyle güzel bir sözü vardır: ''HAYAT SİZE ANCAK ONDAN İSTEMEYE CESARET ETTİĞİNİZ ŞEYLERİ VERECEKTİR''





Yahudi anneleri doğan çocuklarına kutsal kitaplarında ki şeyleri istemeyi öğretiyorlar.Yani özel üstün olduklarını  gibi şeyleri...
İşte bu yüzden onların başarılarını takdir ediyorum, hem de çok takdir ediyorum.
Bizler binlerce senedir kadınlarımızı, hiçleştirirken, köleleştirirken Yahudi toplumunu kadınlar yönetiyor, daha doğrusu çocuklarını yetiştirirken o yaşta onlara yön veriyor.
Bence köklü değişimler geçirmeliyiz. Başı açık mı? Başı kapalı mı? Ondan ziyade çocuklarımızı yetiştiren annelerin bilgileri ile ilgilenmeliyiz.Başı kapalı olduğu için üniversiteye gidemeyen bir anne acaba çocuğuna ne kadar katkı sağlayabilir?. Veya başı açık olmasının haricinde hiçbir özelliği bilgi birikimi olmayan anne çocuklarını nasıl yetiştirebilir?.





Bizler tarafından çocuklarımızın yanında değersizleştirdiğimiz annelerin öğretilerine, çocuklarımız ne kadar önem verir ve ne kadar  hayat hedefi olarak belirleyip takip eder.
Bence çok köklü ve hızlı değişim geçirmek zorundayız. Yine bir düşünür değişimle ilgili şöyle güzel bir şey söylüyor;
&ldquoBAKIN EĞER DEĞİŞİMDEN KORKARSANIZ O DEĞİŞİMİN ALTINDA EZİLİRSİNİZ SAVUNMADA KALARAK BİR ADIM İLERİYE DOĞRU HAMLE YAPMAYARAK ÖNÜNÜZE ÇIKAN FIRSATLARDAN ASLA YARARLANAMAZSINIZ''
Eğer; kendi inanç mezhebimize göre türbanla eğitim hakkı istiyorsak alevi mezhebinden olan vatandaşlarımızın da çektikleri bunca sıkıntılarından sonra haklarını unutmamalıyız Cemevlerinin ibadethane sayılması ve alevi din hocalarının (Dede) yetiştirilerek, maaşlarının devlet tarafından ödenmesini kanunlaştırmalıyız.
Ruhban okulunu açarak, hem ülkemizdeki Hıristiyanların ve hem tüm dünyadaki 1.5 milyar Hristiyan'ın sempatisini kazanmalıyız.
Ekümenlik konusunda gelişme göstererek, hem ülkemizin turizm gelirini arttırıp, hem de Avrupa devletlerinin bize karşı kullandıkları kozu ellerinden almalıyız. Ancak bu değişiklikleri onlar bize dayattığı zaman değil, kendimiz istediğimiz için, devletimizin tüm vatandaşlarına eşit mesafede olduğunu göstermek için yapmalıyız.





Avrupa Birliğine bu ve buna benzer stratejik hamlelerle girmeyi başarmış bir Türkiye, Orta Asya 'da ki diğer Türk Devletlerini de gaz ve petrol boru hattı yoluyla coğrafya yönünden olmasa da ticari yönden Avrupa Birliğinin içine sokmuş olacağız.
Avrupa&rsquoya gelen tüm doğalgazın, Türkiye üzerinden taşınması, Türkiye'yi 70 milyonluk nüfusuyla gelecek yüzyıllarda  Avrupa&rsquonın vazgeçilmez lideri yapacaktır.
Diğer Türk Devletleriyle kuracak olduğumuz kültürel, ekonomik, sosyal işbirlikleri sayesinde dünyaya  açılan yeni bir gücün hikayesi başlayacaktır.
Türk Birliğinin çok uzun yüzyıllardır Yüce Tanrı tarafından oluşmasına izin verilmediğini söyleyeceklere karşı tek sözümüz ise ; &ldquoTANRININ BİR ŞEYİ ERTELEMESİ ONU BİR DAHA GERÇEKLEŞTİRMEYECEĞİ ANLAMINA GELMEZ.&rdquo olacaktır.





Ancak kıymetli arkadaşlarım;
''Türkçülük'' konusunda çok ciddi yanlış anlamalar ve sorunlar yaşıyoruz. Kendi inandığım ''Türkçülüğü'' daha önce birçok kereler  söylemiştim . Bu dünya var olduğu sürece Türklüğe yurtluk etmiş olan hiçbir toprak parçasının düşman eline geçmemesi, ayrıca da Türkler'in yaşadığı yurtlarında hiçbir zaman ikinci sınıf insan durumuna düşmemesidir.(Maalesef bu birkaç kez yaşandı tarihte)
Ancak başka düşüncedeki arkadaşlarda kendilerini ''Türkçü'' olarak isimlendiriyor ve işte o zaman benim için çok ciddi bir sorun başlıyor. Çünkü şahsımızın da o şekilde görüldüğü inancı ruhuma sonsuz acı vermektedir.
Mesela; bazı ırkların düşük  ırklar olduğunu söyleyerek kabul etmek gibi ( Zenciler, Çingeneler v.b.)
Kendimi bildiğimden beri  Amerikan filmlerinde zencilere kölelik yaptıranlara saatlerce küfür eden bir insan olarak dışarıdan ''Acaba bizim Türkçülük anlayışımızı da bu şekildemi görüyorlar?'' düşüncesi gerçekten çok acı verici olmaktadır.
Veyahut ''Türkçü'' olduğunu ayrıca da, ''Faşist'' olduğunu söyleyen arkadaşlar varmış. Benim bu konuda söyleyeceğim tek şey şudur. Hemingway'in  ''çanlar kimin için çalıyor?'' adlı eserinde köprüyü uçurmak üzere görevli olan partizanın  babası öldürülmüş, saçları tıraş edilmiş, kızla yaşadıkları aşk mutlu sonla bitsin diye kitabı okurken dua bile ettim.





Frankonun askerlerine karşı hiçbir yakınlık hissetmedim, hatta nefret ettim. Şu an ismini tam olarak hatırlayamadığım köprüyü uçurmakla görevli partizan kitabın sonunda öldürülünce, kitabın sonunu değiştirebilmeyi ne kadar çok istedim.Bu duygulara sahip olmamın, beni  Komünist yapmayacağı ortadadır,  ancak bu hisler Faşist olmayacağımın da garantisidir.





Bir canlıyı derisinin renginden dolayı aşağı görmek, her şeyden önce akılla bağdaşmaz.Oysaki her zaman söylediğimiz şey, ''Türkçülük hareketinin felsefesi akılcılık olmalıdır.''
Dünyada Çin diye yeni büyüyen bir pazar var. Hindistan da hızlı büyüdüğü için büyük ve yeni bir pazar. Avrupa ile Amerika ,Afrika' yı gelecekte sömüremeyecek.Çünkü Afrikalıların artık mallarını satabilecekleri başta Çin olmak üzere, Hindistan&rsquoıda dahil edersek iki tane daha yeni pazarları var.





Avrupa Birliğinin içindeki Türkiye, ayrıca  diğer Türk Devletleriyle sosyal, kültürel ve ekonomik anlamda işbirliği içinde olan, dış ilişkilerinde ise beraber hareket etme,  bağlayıcı kararını almış Türk Devletleri, dünyaya yeni bir renk ve ahenk verecektir.
Yine çok sevdiğim bir düşünürün sözüyle bu bölümü şimdilik sonlandırmak istiyorum.
&ldquoUMUTLA YOLCULUK ETMEK GİDİLECEK YERE VARMAKTAN ÇOK DAHA ZEVKLİDİR&rdquo





Bundan takriben 20 sene önce sabit olarak kullanmış olduğumuz bir büromuz vardı. Bu büro günün her saati çok kalabalık olurdu, ancak ticaretten daha çok ''Türkçülük'' üzerine konuşmalar ve sohbetler yapılırdı. O tarihte yaşım henüz 18 olmasına rağmen, hem o büronun sahibi , hem de fikirleriyle saygı gören simasıydım. Gelenimiz ,gidenimiz biraz önce söylediğim gibi her zaman çok boldu. Argoda ''şerbetli hafif tatlı'' diye nitelendirdiğimiz bazı insanlar da vardı. Bu insanlar asla deli olmamakla beraber ancak bir deli derecesinde, açık yüreklilikle konuşacak kimselerdi. ÖZCAN daha çok sokak kültüründe yetişmiş, Adanalı yaşça da tam benim iki katım civarındaydı.Kalabalıkta ÖZCAN&rsquo a dönerek sordum, ''Özcan; Sen bu Türkçülük konusundan ne anladın? bir anlat bakalım...'' Kendisi Adana şivesiyle konuşurdu.'' Valla ağam'' dedi. ''Bir tane kaleşnikof alıp, bolca da yedek şarjör alıp herkesi öldürmek lazım'' dedi. Saymaya başladı ''Ruslar, Çinliler Yunanlar''.
O zamanki yaşımda şunu düşünebilmiştim. Düşman olarak gördüklerimizi şiddetle imha etmenin haricinde hiçbir çözüm üretmiyoruz. Ayakları yere basan şu an ki dünya konjonktürüne uyan hiçbir bilimsel projeye sahip değiliz. Aradan 20 sene geçmiş yıl 2008, gene birçok arkadaşımız internetinin başında, parmaklarının ucuyla tuşlara basıp bütün herkesi öldürmek gerektiğini söylüyoruz. Korkarım ki, bu 20 sene sonrada aynı olacak hiç değişmeyecek.





Çok küçük marjinal bir gurup olarak anılacağız. Ülkemizde yaşanan gelişmelere göre şehit cenazeleri gibi durumlarda  o an için, halkın bir bölümünün sempatisini kazanacağız, ancak ülke yönetmeye talip olunabilecek hiçbir proje üretmeyeceğiz bu projeleri üretebilecek olan arkadaşlarımızda kendini rüzgara öyle bir kaptırmış ki, onlarda herkese küfrediyor saldırıyor.(Yani onlar bizim okumuşlarımız)
Amerika ile İsrail, Kuzey Irak&rsquoa operasyona izin vermiyor, bilgi paylaşımında bulunmuyor,  haliyle hepimiz bu iki ülkeye düşman oluyoruz, küfür ediyoruz. İnsanlarında bu iki ülkeye düşman olmaları için uğraş sarfediyoruz.





Ancak dengeler değişiyor . Yüce Yaratıcının yardımıyla topraklarımızın sahip olduğu coğrafi özelliklerinden dolayı  veya kendi ülkelerinde yaşanan kargaşalarından dolayı strateji değiştirmek zorunda kalıyorlar.
Biz bu fırsatı değerlendirip, yeni tezler sunup, bu tezlerle hükümeti sıkıştırıp hükümetin bu tezlerin etkisinde kalarak Amerika ile ,İsrail ile yeni dengeler oluşturmak için mücadele edeceğimize, yine küfür ediyoruz, yine küfür ediyoruz . Yani küfür etmenin ötesinde üretebildiğimiz maalesef hiçbir şey yok.
''Türkçüyüz ve bundan onur duyuyoruz'' bundan dolayı da ''Türklüğü ve Türkleri seviyoruz''. Ancak biran için söyle düşünelim; bir yola çıkacaksın, 15 gün evine gelemeyeceksin, iki tane komşun var, bir tanesi ermeni bir aile bir diğeri de, Türk aile. Ermeni olan arkadaşın, herkesçe takdir edilen bazı huyları var, kimsenin namusuna yan gözle bakmaz, dedikodu yapmaz ve bunun gibi birçok iyi özelliği var. Diğer Türk olan komşun ise, maalesef çevrede iyi bir itibara sahip değil, başkalarının ırzına, namusuna göz dikebilecek,, dedikodu yapabilecek bir insan.
Siz yurt dışındayken hikaye bu ya, evde eşinizin başına bir sıkıntı geliyor ve size bir telefon açıyor. Siz o panikle eşinizi Ermeni olan komşunuza mı, Türk olan komşunuzdan mı yardım istemesini söylersiniz?. Herhalde aklı başında herkesin vereceği ortak cevap bellidir. Ermeni olan komşunuzdan yardım istemesini söylersiniz veyahut siz arayıp yardım istersiniz.
Gazetelerde okumuş olduğumuz insanın kanını donduracak korkunç iğrençlikleri yapanlar, Türk değimli 16 yaşındaki Sedat&rsquoa sorsaydınız, size vereceği cevap şu olurdu kesin; ''Türk değildir kardeşim. Bizim içimize karışmış devşirme ırklardandır. Hiçbir Türk böyle bir şey yapmaz'' derdim. Ancak maalesef öyle olmuyormuş. Biraz geçte olsa, maalesef ki öğrendim.
Asıl olan insandır!.. insanlar çeşitli ırklara, çeşitli dinlere, mezheplere  ve bunun gibi birçok sınıfa bölünürler.
Finalde  önemli olan iyi insan olabilmektir!..





Bizim Türkçülük anlayışımız bence şöyle olmalıdır. Yol arkadaşlığı için tercih yapacaksak, Türk olanı seçmeliyiz. (ANCAK İYİ OLANINI)
Biraz önce ki satırlarda anlattığım gibi, sırf Türk diye güvenilmez adamla  yola çıkarsak bu kişinin, yolda bize yapabileceği tek iyilik sırtımızdan hançerlemek olacaktır.
Ortada yaşadığımız  bir dünya var, bu dünyada iyi şeyler yapabilmek için söz sahibi olmalıyız. Söz sahibi olabilmek içinde, sizlerinde taktir edeceği gibi ihtiyacımız olan tek şey güçtür.Güce ulaşmak istiyorsan takımın içinde yer almalısın, takım oyunu kurabilmelisin.





Bu dünyada yaşayan tüm Türkleri takım oyununa dahil edecek zeki, akıllı, dürüst, onurlu ve bunun gibi bir çok iyi özelliğe sahip olan insanlara ihtiyaç var.Bence yapılacak en doğru şey hem kendimizi, hem de çocuklarımızı bu takım oyunu için yetiştirmektir.Burada da en büyük görev annelere düşmektedir.
Yeni dünya ya uyumlu asla faşist ve ırkçı olmayan ,yeni Türkçü arkadaşlar yetişirken, bence Türkçülüğü en önce, başta ben olmak üzere bizim gibilerden kurtarmalıdırlar. 





Yeni vizyonlar, yeni hedefler, yeni başarılar bu milleti takım ruhuna hazırlamakla mutlaka kazanılacaktır.





Saygıdeğer ÖZTÜRKLER Ailesi;
Aslında bu mektubumdaki amacım; hem Ergenekon&rsquoa değinmek, hem de Adil Serdar Saçan&rsquoa çok sık anılan ismimle ilgili bir şeyler anlatmaktı.Ancak onları bundan bir sonraki mektubuma yetiştirme gayretinde olacağım.Tüm kalbimle istiyorum ki; arada fazla zaman olmadan o mektubu da sizlere gönderebileyim.





 Mektuplarınıza tek tek cevap veremediğim için, lütfen hakkınızı tekrardan helal edin!..Ancak mektupların hepsinin elime ulaştığını ve hepsini de büyük bir memnuniyetle okuduğumu bilmenizi isterim.





Kaldığım 8-10 metre karelik odanın birkaç yerinde şu söz yazmaktadır.

HAKKIN TOPRAĞINDA MÜLKÜM VAR DEME
DAM İLE HARMANDA HAKKIM VAR DEME
GÜÇLÜ KUVVETLİYİM MEVKİM VAR DEME
ADAMI SIRT ÜSTÜ YERE VURAN VAR
KARA KARINCAYI GECE GÖREN VAR

Kafamı hangi tarafa  çevirirsem genelde bu sözle karşılaşırım. Adil Serdar Saçan&rsquoın tutuklandığını duyunca ilk önce bu yazıya tekrar baktım ve birkaç kez peş peşe okudum.Hatırlarsanız; Adil Serdar Saçan cezaevine  girmeden, Uğur Dündar&rsquoın programına katılmıştı. Benim ismimde bu programda farklı farklı konularda bir çok kez geçmişti. Gerçi; bu konulara diğer mektubumda değineceğim.Ancak birkaç satırla da olsa söylemek istediğim şeyler var...





Programı seyredenler hatırlarlar.Adil Serdar Saçan şöyle bir şey demişti;&rsquo&rsquoEn son serbest bırakıldığında ben zaten almak istememiştim alın diye istihbarat başkanı baskı yapmıştı, ondan almıştım.&rsquo&rsquoHatırlarsanız 2002 seçimlerinin hemen öncesinde başlamıştı bu olay niye alındığımı şubede ki polisler bile bilmiyordu.Yanıma bir adam getirmişlerdi.Kendisi ile ilkokuldan beri arkadaşmışız, benim karanlık işlerimi yapıyormuş, vicdan azabı duyduğu içinde samimi itirafta bulunmak istemiş ve beni bu şahısla mahkemeye göndermişlerdi.Savcı hiç bir şey söylemeden tutuklama hakimine yolladı.Tutuklama hakimi bana ''Ne diyorsun?'' diye sorunca; &lsquo&rsquoValla Hakim bey; söylenecek bir şey yok, tutuklanmam için birileri tarafından paket program hazırlanmış, buradan da cezaevine gidilecek herhalde.&rsquo&rsquo dedim.
Hâkim bey; gerçekten bir hakimdi. ''Siz bir dışarı çıkın, ben bu dosyayı inceleyeyim'' deyip bizi dışarı gönderdi. Bu şahsın anlattıklarından başka dosyada hiçbir şey yoktu. Şahsa da emniyette ilaç mı ne içirmişler. Adam hâkimin önünde bayıldı. Hâkimde şahsı hastaneye yolladı. Yani ortalık curcuna yeri. Şahsın abisi daha sonra gelip şahıs hastanede iken hâkim beyle görüşüyor. Meğer Adil Serdar Saçan Bey şahısla  anlaşmış. (Şahsın ağır suçlarını teğet geçmiş.) Benim aleyhimde ifade verme şartıyla anlaşmışlar. Hâkim şahsın hastaneden gelmesini beklemeden beni serbest bıraktı.





Ertesi günü sabahın 9.30&rsquounda eve polisler geldi. Savcı itiraz etmiş, üst mahkemede tutuklamış. Kararın yüzüme okunması için adliyeye getirildim. Kararı da yüzüme beni serbest bırakan hakim okuyacak. Hakim beye dönüp dedim ki; "Mesai sabah kaçta başladı ki üst  mahkeme tüm dosyayı okuyup saat 9:30'da tutuklama kararını vermiş. Siz zahmet etmeseydiniz. Bu tutuklamayı hakkımda ısmarlayanlar yüzüme okusaydı" dedim.
YÜCE ALLAH sizleri inandırsın Hakim bey, tek kelime söylemedi. O zamanda hem fiziki sağlığım hem de ruhsal durumum cezaevine girmeye pek müsait değildi. Ancak kaderimizde varmış. Şerefimizle yaşadık.





 O zaman tutuklandığımda en çok bayramı cezaevinde geçirmek dert olmuştu. Çünkü o bayramla ilgili çok duygulu, çok güzel planlarım vardı.  Sene 2008 de bana o oyunu kuran kişi aynı bayramı cezaevinde geçirdi ya, ben YÜCE YARATICIDAN  daha ne isteyebilirim ki?..

Bu arkadaş "HER GÜNAHIN BİR İNTİKAM MELEĞİ OLDUĞUNU" galiba bilmiyordu. Hayatın belki de en güzel yanı budur. Yaşatarak öğretmesidir.





       Satırlarıma son vermeden önce sizi ve tüm sevdiklerinizi YÜCE MEVLAYA emanet ederken, şu beş satırdan oluşan şaheseri de tekrardan mektubun sonuna eklemek istiyorum.





       "R UMUTTUR YAŞAMAK"





       HAKKIN TOPRAĞINDA MÜLKÜM VAR DEME
       DAM İLE HARMANDA HAKKIM VAR DEME
       GÜÇLÜ KUVVETLİYİM, MEVKİM VAR DEME
       ADAMI SIRT ÜSTE VURAN VAR
       KARA KARINCAYI GECE GÖREN VAR





       Yani arkadaşlar, Yüce Mevla var.


SEDAT PEKER HAKKINDA

26 Haziran 1971 Sakarya'da dünyaya geldim. Kafkas asıllı Karadenizli bir Türk ailesinin çocuğuyum. Kendimi bildiğimden beri doğru olduğuna inandığım şeyler için kendim dahil herkesle uğraştım; uğraşmaya devam ediyorum ve yaşadığım sürece de uğraşmaya devam edeceğim. 









İŞTE SEDAT PEKER'İN 68 SAYFADAN OLUŞAN İDDİANAMESİ... Organize Suçlar Şube Müdürlüğü'nün çetelere yönelik yürüttüğü 'Kelebek Operasyonu' kapsamında gözaltına alınan Sedat Peker ve kardeşi Atilla Peker'in aralarında bulunduğu 71 kişi hakkındaki iddianamede, Peker ve grubunun, aralarında ünlü bir ismin de bulunduğu kişilerle yaptıkları telefon konuşmaları ön plana çıkarıldı. 29 Kasım 2004 Pazartesi 18:10 FUNDA KESKİN İSTANBUL - Organize Suçlar Şube Müdürlüğü'nün çetelere yönelik yürüttüğü 'Kelebek Operasyonu' kapsamında gözaltına alınan Sedat Peker ve kardeşi Atilla Peker'in aralarında bulunduğu 71 kişi hakkındaki iddianamede, Peker ve grubunun, aralarında ünlü bir ismin de bulunduğu kişilerle yaptıkları telefon konuşmaları ön plana çıkarıldı. Cumhuriyet Savcıları Selim Berna Altay ve Süleyman Ersöz tarafından hazırlanan, 10 müştekinin bulunduğu iddianamede, 71 sanık için toplam 6 aydan 62 yıla kadar değişen hapis cezaları talep ediliyor. 68 sayfadan oluşan iddianamede, Sedat Peker'in 'yöneticilik', 'adam kaldırma suretiyle gasp', 'gaspa teşebbüs', 'özel evrakta sahtekarlık' ve '2 kez tehdit' suçlarını işlediği gerekçesiyle 21.5 yıldan 62 yıla kadar hapsi isteniyor. İddianamede, Sedat Peker'in avukatı aracılığıyla; Yusuf Altay'ın daha önce yargılanmış olduğu gasp eylemine ilişkin olarak 3 No'lu DGM katibi Funda Şerife Örer ve 9. Ağır Ceza katibi Murat Köşnek'ten dava dosyalarını istediği, ayrıca Altay ile ilgili yaptıkları araştırmalar sonucunda Altay'ın İzmir DGM tarafından arama emri olduğunu tespit edip, Altay'ın yakalanmasını sağladığı belirtiliyor. Müşteki Yusuf Altay'ın emniyet müdürlüğüne Sedat Peker ile ilgili şikayette bulunduğunun anlatıldığı iddianamede, Altay'ın bu şikayetini de gayri resmi nikahlı eşi Zahide Özcan'ın Peker'e haber verdiği ve tedbir almasını istediği ifade ediliyor. İddianamede; Peker'in avukatları Hakkı Kurtuluş ve Çağatay Özdemir'in mesleklerini kullanarak Peker'in talimatlarını uyguladıkları ve Peker'in faaliyetlerinin yargı makamları tarafından soruşturulmasını engellemek amacıyla soruşturma takibi yapıp yargı ve emniyet görevlilerine rüşvet verdikleri öne sürülüyor. İLETİŞİM TESPİT TUTANAKLARINDA YER ALANLAR İddianamenin büyük çoğunluğu, sanıkların kendi aralarında polis ve yargıdan bazı kişilerle yaptıkları telefon konuşmalarını içeren iletişim tespit tutanaklarından oluşuyor. Sedat Peker ile avukatı Hakkı Kurtuluş arasında yapılan görüşmeye ilişkin iletişim tespit tutanağında, Sedat Peker'in talebi doğrultusunda adli camiayı etkilemeye yönelik olarak Türkiye'de tüm il ve ilçe adliyelerine açıklama içeren bir metin gönderilmesini planladıkları ileri sürülüyor. 13 Haziran 2004 gecesi Sedat Peker'in adamlarının, Reina isimli gece kulübüne yatla yanaşarak girmek istedikleri, içeri alınmayınca da tehditler savurdukları, 'reisimize kafa tutanı öldürürüz' ibaresini kullandıkları, bu şekilde İstanbul'daki lüks gece kulüplerinin kapı işletmelerini alabilmek amacıyla bu tür olaylar çıkarttıklarının anlatıldığı iddianamede, gemi ticareti yapan iş adamı Turgut Tuncer ve ortağı Rubin Bisarovotzev'in de aralarında anlaşmazlık çıktığı, Bisarovotzev'in sahibi olduğu gemiyi Romanya limanında bağlatarak ortağı Turgut Tuncer'e dava açtığı, Tuncer'in de Sedat Peker'den yardım istemesi üzerine Peker'in talimatıyla Rubin Bisarovotzev'in Bulgaristan'da kaçırılarak tehditle davadan vazgeçirildiği, bunun karşılığında Peker ve adamlarının 100 milyar lira ve 75 bin Dolar aldığı belirtiliyor. Ancak, Bulgaristan'da meydana gelen kaçırma olayıyla ilgili Romanya adli makamlarına herhangi bir şikayette bulunulmadığına da dikkat çekiliyor. İletişim tespit tutanaklarında; Peker'in adamı olduğu iddia edilen Gaffar Karademir ile kimliği belirlenemeyen bir şahsın arasındaki görüşmede, Yeşil Kundura'nın köklerinin kazınacağı yönünde konuşmaların olduğu, Yeşil Kundura'nın ticaret ilişkilerinin konuşulduğu, ayrıca askeri tesislere verilecek ayakkabı ihalesi hakkında yapılacak girişimler ve verilen paralar hakkında bilgi alındığı belirtiliyor. İddianamede ayrıca, Kutluhan Arslan ile ilgili olarak Kara Kuvvetleri'nden gelecek birtakım paketlerden de bahsediliyor. 37 ADET ÖZEL CEP TELEFONU ELE GEÇİRİLDİ Yusuf Altay'ın yakalanması olayıyla ilgili olarak Peker'in adamı Kutluhan Arslan ile Bilecik Valisi Ayhan Çevik'in görüşmelerinin yer aldığı iletişim tespit tutanağında, Peker grubu tarafından jandarma ve kara kuvvetlerine teslim edilecek birtakım eşyalar olduğu anlatılıyor. Ayrıca iddianamede yer alan tespit tutanaklarının birinde Peker'in adamı Zekeriya Oral ile sanatçı Mahsun Kırmızıgül arasındaki görüşmeye yer veriliyor. Bu görüşmede Mahsun Kırmızıgül ile bir alacağın tahsili konusunda görüşüldüğü belirtiliyor. Sedat Peker ve grubunun, İstanbul genelindeki adliyelerde bulunan savcılar ve hakimlerle ilgili olarak, geniş çapta bilgi aldıkları da iddianamede belirtiliyor. İddianamede, sanık Atilla Yıldırım'ın Gaffar Karademir'le yaptığı bazı görüşmelerde birtakım yargı görevlilerine kalmaları için ayarlanacak otel konularının görüşüldüğü belirtiliyor. Recep Sarı'nın; Muhittin Beyaz'ı arayarak, AK Parti Darıca Beldesi Belediye Başkan adayı olduğunu, seçim günü geçene kadar Cengiz Cansız isimli şahsın kendisine yardımcı olması için gönderilmesi gerektiğini belirttiği ifade ediliyor. Emniyette yapılan tespitlerde Peker'in bir kısım sanıklara kırmızı telefon, özel hat, küçük telefon gibi isimler verilen özel cep telefonları dağıttığı, bu kapsamda 37 adet telefonun ele geçirildiği de belirtiliyor. Peker ve adamlarının yasal yollardan silah edinebilmek amacıyla bazı vilayetlere müracaat ederek yasal gerekçeler göstermek suretiyle silah ruhsatları edindikleri, yapılan incelemelerde bu silahların bazılarının yetkili mercilerce iptal edildiği belirtiliyor. Ayrıca iddianamede, sanıklarca gerçekleştirilen eylemlerin şekilleri, hareket tarzları ve talimatı doğrudan doğruya Sedat Peker tarafından verilmemiş olan 2 bar kurşunlanması olayı haricinde şiddet eylemlerinde silah kullanılmamış olmasının örgütün silahlı olmadığı yönündeki ibarelere rastlanıyor. Sanıkların yargılanmasına, önümüzdeki günlerde 9. Ağır Ceza Mahkemesi'nde başlanacak
 
 
  Bugün 4866 ziyaretçi (8745 klik) kişi burdaydı!